4 Mayıs 2011 Çarşamba

makale

1
Fatma Öztür k DAĞABAKAN
*
Davut DAĞABAKAN
**
DİL VE ÇOCUKTA DİL GELİŞİM KURAMLARI
Özet
Bu makalede, birçok dil uzmanının dil hakkındaki görüşlerinden yola
çıkılarak dilin ayrıntılı bir tanımı yapılmaya ve aynı zamanda dilin
gelişimini açıklayan ünlü teoriler ele alınarak çocukta erken yaşlarda dil
gelişimi hakkında okuyucuya bir ışık tutulmaya çalışıldı.
Anahtar Sözcükler: Dil, dil edinimi, dil donanımı, çocukta konuşma
Giriş
Dil, bilgi iletmek için, sınırsız birleşimi olan istemli sembollerin kullanıldığı karmaşık
bir iletişim sistemidir. Dil, duygusal ve sosyal iletişimin en önemli birimlerinden biridir. Bir
anda akla gelemeyecek kadar çok yönlü, farklı farklı nitelikleri olan, bugün bile tam olarak
çözülememiş bir varlıktır. Dil, insan ve toplumdan ayrı düşünülemeyecek, bilim, sanat,
teknik, kültür gibi bütün alanlarla ilgisi bulunan, aynı zamanda onları oluşturan bir kurumdur.
(Bkz. Aksan, 1998, 11).
Dil, insanın dünyadaki yerini ve değerini belirleyen olgudur. Konuşma yeteneği, yani
dil, insanın en önemli niteliklerinin başında gelir. İnsanın duygularını, düşüncelerini,
isteklerini bütün ayrıntılarıyla açığa vurmasını, yaşamını sürdürmesini mümkün kılar. Dil,
insanların toplum içerisinde yaşaması, bireyler ve toplumlar arası iletişimin sağlanması için
gereklidir. Dil kelimesinin Türkçede birbirinden farklı iki olayı ifade ettiğini hatırlamakta
fayda vardır. İki komşu kadın arasındaki şu konuşmada bu iki anlam açığa çıkmaktadır. A:
“Düşünün hele, on dil konuşan komşumuz profesörün korkudan dili tutulmuş!” B: “Öyle mi,
hangi dili?”. Alman Dilbilimci Walter Porzig, dil tutulmasına “
kaybetmek
söyleyiş tarzını iyi bilmek
konuşma kabiliyetini”, bir dil konuşmaya ise, “bir gramer ve sözlükle tasvir edilebilecek belirli bir” açıklamalarını getirmektedir. (Bkz. Porzig, 1995, 99).
*
Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü
Öğretim Elemanı (davuud@mynet.com)
Okutman Dr., Atatürk Üniversitesi, FenEdebiyat
**
2
50. Yıl İlköğretim Okulu, Sınıf Öğretmeni – Erzurum (davuud@mynet.com)
En basit şekliyle iletişim aracı olarak tanımlanan dilin, birçok bilim adamı tarafından
yapılmış farklı betimlemelerine rastlanmaktadır. Prof. Dr. Berke Vardar Dilbilim Terimleri
Sözlüğü’nde dili, “
olarak tanımlamaktadır. (Vardar, 1998, 75). Büyük dilbilimci Ferdinand de Saussure ise, dili,
işaretler ve göstergelerden oluşmuş bir sistem olarak tanımlamaktadır. (Bkz. Saussure, 1985,
18).
Ferdinand de Saussure’ün yaptığı ve birçok dilbilimcinin benimsediği ayrıma göre, dil
yetisinin toplumsal ürünü olan dil, bu yetinin bireylerce kullanılabilmesini sağlayan ve
toplumca benimsenmiş olan uzlaşımsal bir düzendir. Andre Martinet’nin tanımına göre “
dil, insan deneyiminin, topluluktan topluluğa değişen biçemlerde, anlamsal bir içerikle sessel
bir anlatım kapsayan birimlere, başka bir deyişle, anlambirimlere ayrıştırılmasını sağlayan
bir bildirişim aracıdır.
ve doğal diller dışında kalan trafik işaretleri, sinema dili, arıların dili gibi her türlü göstergeler
dizgesi ve anlatım yöntemi de dil olarak tanımlanmaktadır.
Dil, insanların birbirlerine bilgi, düşünce ve eğilimlerini aktarabilmelerinin yanı sıra,
fikirlerini düzenleyebilmelerini ve duygularını ifade edebilmelerini mümkün kılar. Kültür
değerleri ve bilgilerin çoğu kuşaktan kuşağa sözlü ya da yazılı sözcükler yoluyla
iletilmektedir. Dil ve düşünce çalışmalarında yoğunlaşan yirminci yüzyıl dilbilimcileri,
psikologları ve sosyologları, bu ikisi arasında sıkı bir ilişki bulmuşlardır. Mehmet Kaplan,
Kültür ve Dil adlı eserinde bu ilişkiyi, “
dünyalarını tayin eder
görüşü dilinin sahip olduğu kelimelerle sınırlıdır. İnsanlar bildikleri ve tanıdıkları varlıklara,
duygu ve düşüncelere ad koyar, bilmediklerinin dillerinde adları yoktur. (Bkz. Kaplan, 2002,
112). Herkes doğrudan kendi yaşantısı yoluyla öğrendiğinden çok daha fazlasını dil yoluyla
öğrenir.
Dil, düşünme ile birlikte, bellek, muhakeme, problem çözme ve planlama gibi bilişsel
süreçleri de içermektedir. Aynı zamanda, özellikle insanların sosyal yaşamları için
kaçınılmazdır. Dil, hem donanım, hem de kazanım ile ilgili bir gelişim alanıdır. Kişinin, dile
ilişkin doğuştan getirdiği birçok donanım vardır. Dilbilimci Hugo Moser, dilin fizyolojik,
psikolojik ve bilişsel alanlarda birleştiğini ifade etmektedir. Sesleri fizyolojik temellere
dayandırarak, farklı organların seslerin oluşmasında rol aldığını söylemektedir. Kelime
kullanımını, bunların seçimini, bunların anlam ile ilişkilendirilmelerini psikolojik alanda
gruplandırmaktadır. Dil ve düşünme ikilisini de üçüncü alana yerleştirerek, dilin mantıki,
düzenleyici ve açıklayıcı bir görevi olduğuna işaret etmektedir. (Bkz. Moser, 1965, 37).
belli bir insan topluluğuna özgü, çift eklemli sesli göstergeler dizgesibir” (Martinet, 1998, 28). Bununla birlikte, iletişim aracı olarak kullanılandil, onu konuşanların duygu, düşünce ve hayal” (Kaplan, 2002, 112) diye özetlemektedir. Ona göre, bir milletin dünya
3
Kişinin, doğuştan getirdiği dil donanımları beyin ile ilgilidir. Beyin, dil sisteminin
yöneticisi ve kendisi de bir donanımdır. Konuşma, temelde beyin kabuğundaki iki alan
tarafından kontrol edilmektedir. Konuşma ve konuşulan dili anlama ile ilgili Broca ve
Wernickle alanları beyin lokalizasyonuna ilişkin iki merkezdir. Broca alanı, beynin konuşma
ile ilgili seslendirme yeteneğinin odak noktasıdır ve konuşmadaki sesleri kontrol eder.
Wernickle alanı ise konuşma seslerinin tanınması ve ayırt edilmesi ile ilgilidir. Dili her türlü
ifade biçimiyle anlama yeteneği, Wernickle alanının incinmesi ile önemli ölçüde aksar. Genel
olarak Wernickle alanı duyusal, Broca alanı ise motor alandır. (Bkz. Morgan, 1991, 186).
Diğer taraftan, dil gelişimini tamamen biyolojik donanım olarak açıklamak imkânsızdır. Dil,
hem donanım, hem de kazanım ile ilgili bir alandır. Dil, belli evreler veya zamanla kazanılan
kurallar bütünüdür. Çocuk, çevreyle iletişim sonucu ister bilişsel süreçler, ister taklit, isterse
model alma gibi yollarla dil kazanımını elde eder. Dil gelişiminin nasıl ortaya çıktığına ilişkin
farklı görüşler aşağıda yer almaktadır.
1Davranışçı
Görüş
Bu görüşe göre, çocuklar konuşulan dili, herhangi bir şeyi öğrendikleri gibi öğrenirler.
Çevreden gelen birçok ses uyaranının zamanla sınıflandırılması, şekillendirilmesi ve benzer
durumlarda aynı ses ve tepkilerin verilmesi gerçekleşmektedir. Anne veya önemli diğer
kişilerin çocukla ilişkilerinde vermiş oldukları tepkiler çocuk tarafından zamanla dile
dönüştürülür. Ödül ve ceza gibi pekiştirenler yoluyla bu gelişim sürdürülür. Sonuçta konuşma
şekillenir. Pekiştirilmenin yanı sıra, bebeklerin sıklıkla duydukları sesleri taklit etmeleri de
dilin kazanılmasında önemli yer almaktadır.
2Sosyal
Etkileşim Kuramı
Davranışçı yaklaşımın bir ileri boyutu olan sosyal etkileşim kuramı da dil kazanımını
doğrudan taklit ve model alma ile ilişkilendirmektedir. Bu kuramda, dil öğreniminde sosyal
ve kültürel ortamdan etkilenildiği vurgulanır.
3Ana
Dili (nativist) Yaklaşımı
Ana dili yaklaşımı, dil kazanımı ile ilgili başka bir görüştür. Bu yaklaşım, dilin genetik
olarak aktarıldığını ve tüm insanların dil kazanım araçlarına önceden sahip olduklarını
savunmaktadır.
4
4Dil
Gelişimini Biyolojik Temellere Bağlayan Görüş
Noam Chomsky ve Lenneberg gibi dilbilimciler, dil gelişimini biyolojik temellere
dayandırmaktadırlar ve çevresel koşulların da dil gelişimi üzerindeki etkilerini göz ardı
etmemektedirler.
Dil gelişimini biyolojik ve psikolojik temellerden yola çıkarak açıklayan kuramcılara
psikolinguistik
kuramcılar denmektedir. Bunların içinde en önemlisi Noam Chomsky’nin
kuramıdır. Bu kurama göre insanlar doğuştan, dil öğrenebilmek için özel bir mekanizmaya
sahiptir. Bu mekanizma, çocuğun yakınında konuşulan dili içselleştirmesini, kurallarını
anlayıp öğrenmesini, sonra da uygun kurallar ile konuşmasını sağlar. Bu mekanizma
sayesinde tüm çocuklar aynı aşamalardan geçerek, biyolojik olarak belli bir olgunluk
düzeyine geldiklerinde, tıpkı yürümeyi öğrenir gibi konuşmayı öğrenmektedirler.
Chomsky, her ifadeyi dilbilimsel sistemde derin ve yüzeysel olmak üzere iki yapıya
ayırmaktadır. Derin yapı, kavramların anlamsal yönü ile yüzeysel yapı ise konuşulan
sözcükler ile ilgilidir. Çocuklar dili öğrenirken önce düşünsel olarak seslerin anlamlarını
kavrarlar, daha sonra onları yüzeysel yapıya dönüştürürler.
Psikolinguistik
kuramlara ilişkin olarak konuşmayı öğrenmede, sözcüklerin
anlamlarını kavrama ile anlamlı sesler çıkarma ya da konuşma olmak üzere iki farklı süreçten
söz edilebilir. Bu süreçler birbirleri ile iç içedir ve bilişsel gelişime paralel olarak gelişme
gösterirler.
Dil gelişimi konusunda araştırmalarıyla bilinen Vygotsky, dilin düşünce ile paralel
geliştiğini vurgulamaktadır. Bilişsel gelişimin farklı olduğu düşüncesine katılmayan
Vygotsky, dil eğitimi ve öğreniminin kişinin zihinsel düşünme yeteneğine etki ettiğini
belirtmektedir. Vygotsky’ye göre, sözcük nesnenin yapısına gitmekte ve böylece fonksiyonel
bir anlam kazanmaktadır. Vygotsky, aynı zamanda çocuğun içinde bulunduğu dil ortamının
düşünme düzeyine etki ettiğini söylemektedir. Bu nedenle, sözel düşünmenin, çocuğun
geçirmiş olduğu, gelişmemiş, benmerkezci, kısmi, ilkel dil aşamalarını inceleyerek
anlaşılabileceği vurgulanır.
Bilişsel gelişim ve genetik epistemoloji alanında önemli çalışmalar yapmış olan Jean
Piaget çocukta düşünce ve dil gelişiminin bir süreklilik içinde değil de, evrelerden geçerek
oluştuğunu ve birey çevre ilişkilerinde etkin bir şekilde yapılandığını savunmuştur. Piaget’e
göre, bilişsel gelişim ilk planda yer almaktadır. Dil gelişimi, genel bilişsel değişimlerin bir
koordinasyonudur ve bilişsel gelişim dilden etkilenmemektedir. Küçük çocukluk dönemindeki
gelişme sembolik düşünme yeteneğinden oluşmaktadır. Sembollerin istemli beyanı, çocuğa,
imgelediği her şeyi söylemesini mümkün kılmaktadır. Çocuğun ilk sözleri henüz gerçek
5
semboller değildir. Çünkü bu semboller görülen nesneler ve olaylarla ilişkilidir. Çocuklar,
çevrelerinde hazır bulunmayan şeylerden konuşmaya başladıklarında esas sembolleri
kullanırlar. Piaget’e göre, çocuk 7. yaşına kadar sosyal iletişimsel bir tavırla konuşmaz, çünkü
bencidir ve benci düşünmektedir.
Vygotsky ve Piaget’in yaklaşımları birlikte düşünüldüğünde, dil gelişiminin, dış
dünyadaki nesnelerin mental temsillerinin yapılmasıyla olgunlaştığı anlaşılmaktadır. Dil, bir
taraftan düşünme için hammadde oluştururken, diğer taraftan düşünebilme yeteneğine paralel
olarak işlemektedir. Farklı bir açıdan bakıldığında, dil, çocuğun soyut düşünebilme
yeteneğine dış dünyadan sembolleştirdiği anlamları iliştirmesine yardımcı olmaktadır. Yani,
dil ve düşünce oldukça iç içe ve birbirleriyle etkileşim içerisindedir. Bu yüzden, çocuk, dili
elverdiği oranda düşünür ve kavramsal düşünme yeteneği arttıkça da dili gelişir.
Günümüzde dil edinimi, kaynağını, çocukla en yakını arasında doğumdan hemen
sonra başlayan ilişkilerden alan ve en karmaşık şekliyle erişkinliğe kadar devam eden çok
boyutlu, sürekli bir süreç olarak betimlenmektedir. (Bkz. Zollinger, 1994)
Dil ediniminin ilk safhalarında karşılıklı paylaşım ön planda yer almaktadır. Çocuk,
doğuştan itibaren yakınında bulunan kişiler ile direkt ilişkilerinde iletişimsel paylaşımın
kurallarını öğrenmektedir ve dilin iletişimsel ortamında büyümektedir. Bu ilk safhanın ilk
paylaşımlarında yalnızca çevresinde var olan nesneler hakkında nasıl bir iletişimin söz konusu
olduğunu kavramaktadır. Bununla birlikte ilk sözcükleri anlayıp üretebilmektedir. Fakat
bunların henüz bir temsil özelliği bulunmamaktadır. (Bkz. Kuhn, 2006, 1)
Dil ediniminin ikinci safhası bilişsel süreçler ile tanımlanmaktadır. Bunlar, çocuğu,
sözcüklerin temsili boyutunu kavramaya ve dilin anlamsal düzlemini geliştirmeye
yönlendirmektedir. Çocuk, bilişsel süreçte, tutulup görülemeyen olay ve nesneleri de düşünüp
kurgulamayı öğrenmektedir. Böylece çocuk, yavaş yavaş somut ortamdan sembolik düzleme
geçmektedir. (Bkz. Kuhn, 2006, 1)
Dil yeterliliği için beş tür bilgiye ihtiyaç vardır. Bunlar, fonoloji, morfoloji, semantik,
sentaks ve pragmatiktir. Fonoloji, dilin temel ses yapılarını araştırır. Her dilde aynı olan
seslerin yanı sıra farklı sesler de bulunmaktadır. Çocuk, dilinin gelişiminde ilk olarak seslerle
karşılaşır ve bu sesler üzerinde yeterlilik kazanır. Bu seslere fonem adı verilmektedir.
Morfoloji, dildeki, anlam içeren en küçük birimleri inceleyen bilim dalıdır. Bu birimlere
morfem adı verilmektedir. Semantik genel olarak dilin anlam yönünü ele almaktadır.
Cümlelerin, kelimelerin incelemesini anlam açısından yapmaktadır. Cümlelerin kural ve yapı
açısından incelemesini yapan bilim ise sentakstır. Sentaks, kelimelerden oluşan cümlelerin
kurallarını işleten sistemdir. Pragmatik ise, farklı sosyal kontekstleri yöneten kuralları
6
araştırmaktadır. Kullanılan dilin sosyal bağlamda kullanım uygunluğu, yani pragmatiklerle
çocuklar, küçük yaşlarında nezaket ifadelerini, argo sözcükleri, emir kavramlarını, dilek ve
arzularını iletme kurallarını öğrenirler. Örneğin 5 yaşındaki bir çocuk 2 yaşındaki bir çocuğa
bir şeyler anlatırken, kendisine pragmatik bilgi verilmiş gibi, daha basit cümleler kullanır,
yavaş konuşur ve onun anlaması için sözcüklerini tekrarlar. (Bkz. Zwisler, 2006, 1)
Erken Yaşlarda Dil Gelişimi
Çocuklar, normal olarak okula gidinceye kadar temel dil becerilerini kazanırlar. Dil
gelişimi hem sözlü, hem yazılı iletişimle ilgilidir. Sözel iletişim daha erken gelişir. Yazılı
iletişim ise okul ile başlar.
Dil öğrenmek karmaşık bir süreçtir, ama insan dil öğrenmeye doğuştan yeteneklidir.
Çocuk daha annesinin karnındayken, onun sesini ve dilinin vurgularını fark edebilmekte,
doğduktan sonra da aynı dili, aynı çevrede yaşarken kolaylıkla öğrenebilmektedir.
Dil yeteneklerinin gelişimi de motor yeteneklerin gelişimi gibi düzenli bir sıra izler.
Ayrıca çocuklar üzerinde yapılan dil gelişimi çalışmaları sonunda, konuşmayı öğrenmenin ilk
dönemlerinde yaklaşık olarak tüm dünya çocuklarının temelde aynı gramer kurallarını
kullandıkları görülmüştür. Alman dilbilimci Hans Glinz de Deutsche Syntax adlı kitabında
çocukların “
hatta ilk cümleleri diye bir şey söz konusu değildir. Kendisi, çocuklarda ilk olarak evrensel
açıklamalardan bahsetmektedir. Bu evrensel açıklamalar herhangi bir durumda, çoğunlukla da
bir dinleyiciye verilen bir tepki olarak düşünülmektedir. Bu tepki büyüklerin dilinde cümlenin
yerini tutmaktadır. (Bkz. Glinz, 1970, 6)
Bebekler daha birkaç haftadan itibaren sesli uyarımları algılamaya ve onlara tepkide
bulunmaya başlarlar. Birinci ayda bah ve pah, ga ve da gibi heceleri birbirinden ayırabilirler,
seslere dikkatlerini vererek sesin geldiği yöne doğru başlarını çevirebilirler. Üçüncü aydan
itibaren, annelerinin sesini başka bir hanımın sesinden ayırabilirler.
Konuşmayı öğrenmek uzun ve karmaşık bir olgudur. Çocuk 12–15 aylıkken ilk
sözcüğü söyler. Bu demektir ki, 12. ya da 15. ayda çocuk, iletişimini dile hazırlık şeklinde
yapar. Çocuğun ihtiyacı olan iletişim bu evrede mimiklerle, ağlama biçimleriyle ve anlamsız
mırıldanmalarla ifade bulur. Kritik dönem olan 15 ay ve üstünde dil gelişimine ilişkin önemli
ipuçları bulunabilir. 15 aylık bir bebek daha çok işaret amaçlı dil kullanımını tercih eder.
Konuşma sırasındaki kelimeleri veya işittiklerini kullanabilir. 18 aylık bir bebek iki ve yakın
kelime genişliğinde anlamlı cümleler kurabilir. Yaklaşık olarak 20–30 kapasitelik kelime
hazinesine sahiptir. Yetişkinlerle sorucevap
şeklinde iletişim kurmaya çalışır.
evrensel açıklamalarından” söz etmektedir. Ona göre, çocukların ilk kelimeleri,
7
21 aylık bir çocuk şarkılı oyunları sever. Hareketlerini iletişim amaçlı kullanır. Kendi
başına gelenleri anlatmaya çalışır. Bazı zamirleri anlar ve benim, senin, ben ve sen
kelimelerini çok kullanır. 24 aylık çocuk söz dağarcığında yaklaşık 200–300 kelime vardır.
Her gün karşılaştığı nesnelerin adlarını öğrenmiştir ve kullanır. Kısa ve tam olmayan cümleler
kurar. İçinde, yukarı ve arkasında gibi bazı zarfları kullanır. Üç yaşındaki çocuklar artık
kelimelerle oynayabilir, 900–1000’e varan bir kelime hazinesine sahiptirler. 4 yaşında ise
yaklaşık 1500–2000 kelime dağarcığıyla oldukça çok soru sorarlar, daha karmaşık cümle
yapılarını kullanırlar. Hikâyelendirme bu yaşlarda belli sınırlılıklarla görülür. Niçin ve nasıl
sorularına cevap vermekte zorlanırlar. Çocuklar gramer kurallarının % 90’ını 5–6 yaşlarında
tamamlarlar, duygularını ifade etmeye başlarlar ve 2–3 bin konuşma, 20–24 bin anlama
kelime hazinesine sahiptirler.
Yaklaşık bir yılın sonunda yetişkinlerin anlayıp tanıdıkları sesleri üreten çocuklar,
ilköğretim birinci kademesinin sonunda aşağı yukarı 50 bin kelimelik konuşulan dili anlama
kapasitesine ulaşırlar.
Sonuç
Sonuç olarak, dilin toplumsal gerekliliği herkesçe kabul edilen bir özelliktir. Birçok
farklı bakış açısından ele alınabilen dilin, toplum ile sıkı bir ilişki içerisinde olduğu ve
toplumun bütün değerlerini kendisinde barındırdığı konusunda bütün uzmanlar hemfikirdir
denebilir.
Ayrıca çocuğun, dili ediniminde, yukarda ele alınan kuramların her birinin etkisini
göstererek bir bütün oluşturduğu sonucuna varılabilir. Kişinin dil edinimi bir koordinasyon
içerisinde gerçekleşmektedir. Bu koordinasyonu sağlayan öğeleri büyük ölçüde aile, yakın
çevre, okul, toplum ile televizyon, internet gibi günümüz iletişim ve teknoloji araçları
sağlamaktadır. Bunların olumlu etkilerinin yanısıra, oldukça yoğun olumsuz etkileri de
bulunmaktadır. Bu yüzden, çocuğun, sağlıklı bir şekilde dili edinmesi için, başta aile olmak
üzere, yakın çevrenin ve eğitimcilerin duyarlı olmaları gerekmektedir. Bu duyarlılık en basit
şekliyle, dilimizi muhafaza ederek kurallarına göre kullanmakta gösterilebilir. Yani,
çocukların dil eğitimini gerçekleştirirken, dilin bir kültür, tarih taşıyıcısı olduğunu
unutmamak gerekmektedir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder